16 Ağustos 2016 Salı

ŞAPKA KANUNU (25 KASIM 1925)

Reis-i Cumhur Gazi M. Kemal, Kastamonu'da şapkayı tanıtıyor.



























Konya Mebusu Refik (Koraltan) Bey ve rüfekasının verdiği kanun teklifi metni:

"Madde 1 - Türkiye Büyük Millet Meclisi a'zâları ile idare-i umumiye ve hususiye ve mahalliye veya müessesata mensub bi'l-umum eşhas ve müstahdemîn (ve sıfat-ı resmiyeyi haiz herkes) Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.
Madde 2 - İşbu kanun tarih-i neşrinden itibaren meriyü'l-icradır.
Madde 3 - İşbu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti me'murdur. 15 Teşrin-i Sani 1341

Konya Mebusu Refik (Koraltan)
İstanbul Mebusu Hakkı Şinasi (Erel)
Sinop Mebusu Recep Zühtü (Soyak)
Kütahya Mebusu Cevdet (Barlas)
Kütahya Mebusu Ragıp (Soysal)
Siirt Mebusu Mahmut (Soydan)
Isparta Mebusu Mükerrem (Karaağaç)"

Refik (Koraltan) Bey ve rüfekasının verdiği kanun teklifi



















Kanun teklifi Adliye ve Dahiliye encümenlerinde görüşülüp, Adliye Encümeni'nin yaptığı tadilattan sonra Meclis'te 25 Kasım'da oylanıp kabul edildi ve 28 Kasım 1925 tarihli Resmi Gazete'de yayınlandı.

Kanun metni şöyle:

"Şapka İktisası Hakkında Kanun

Numara: 671

Birinci Madde - Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idare-i umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bi'l-umum müessesata mensub me'murîn ve müstahdemîn, Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir i'tiyadın devamını Hükümet men' eder.
İkinci Madde - İşbu kanun tarih-i neşrinden i'tibaren meriyü'l-icradır.
Üçüncü Madde - İşbu kanun Büyük Millet Meclisi ve İcra Vekilleri Heyeti tarafından icra olunur.
25 Teşrin-i Sani 1341 ve 8 Cemaziye'l-evvel 1344"

Resmi Gazete'de yayınlanan Şapka Kanunu






12 Ağustos 2016 Cuma

12 AĞUSTOS 1921/CUMA - ATATÜRK'ÜN ATTAN DÜŞEREK BİR KABURGA KEMİĞİ KIRILDI.

















Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile birlikte Polatlı'daki cephe karargahına gitti. Cepheyi denetledikten sonra geri dönerken bineceği at ürktü ve Mustafa Kemal düştü, bir kaburga kemiği kırıldı. (1)

Atatürk'ü tedavi eden Mim Kemal Öke olayı şöyle anlatıyor:

"Bir gün ata binerken yanındakilerden biri Ata'nın sigarasını yakmak için kibrit çakmış, hayvan da ürkünce Atatürk'ü yere düşürmüş.
İşte bu kaza neticesi Mustafa Kemal'in üç (diğer kaynaklarda bir) kaburga kemiği kırıldı. Kendisini köşke getirdiler. Ben de derhal Çankaya'ya geldim. Atatürk'ün tedavisi ile bizzat meşgul oldum. Kemikleri sardık. Güçlükle nefes alabiliyordu. Buna rağmen cepheye gitmekte ısrar etti. Mani olmaya çalıştık. Katiyen dinlemedi. Bir taraftan inliyor, bir taraftan da cepheyi idare ediyordu. Bu esnada büyük bir yağmur başlamıştı. Atatürk:
"-Allah bu sefer de Konstantin'e yardım etti." diyordu. Halbuki netice Konstantin'in yüzünü güldürmedi. Mustafa Kemal üç kırık kaburgası ile tarihin istikametini değiştirmişti."(2)


10.11.1951 tarihli Akşam Gazetesi



















Kılıç Ali, anılarında Atatürk'ün attan düşmesinin "hafif bir baş dönmesi" sonucu olduğunu söylüyor. (3)

Bu olaydan sonra askerler arasında Mustafa Kemal'in "Bu, Tanrı'nın bir işaretidir. Kemiğim nasıl kırıldıysa, düşmanın direnci de aynı yerde kırılacaktır." dediği söylenti olarak dolaşıyor.(4)

Tedavi için 16 Ağustos'ta Ankara'ya giden Mustafa Kemal Paşa, Kılıç Ali'nin anlattığına göre aynı gün bir nikâh törenine katılıyor:

"Mustafa Kemal Paşa'nın muayene için Ankara'ya geldiği gün, bir rastlantı olarak kızkardeşim Naime'nin Maraş Mebusu Mithat Bey ile nikâhı yapılacaktı. Paşa, muayeneden sonra, Rauf Bey'i de yanına alarak nikâha gelmek nezaketini göstermişti. Hatta kendisi kızkardeşimin vekili, Rauf Bey de şahidi olmuşlardı. Gazi, sevdiklerinin özel hayatıyla ilgilenmekten ayrı bir zevk alırdı. O tarihlerde eski usul nikâh kıyıldığı için mihr-i müeccel ve mihr-i muaccel olarak bir kuruştan bahsolonuyordu. Paşa:
"Vekâletim hasebiyle ben bir kuruşa kız vermem!" demiş ve nikâhı on lira üzerinden kıydırmıştı."
O gün çok ıstırap çekmesine rağmen, geceyi de bizimle geçirmek lütfunda bulundu. Hiç unutmam: Kendisi minderin üzerinde oturuyordu. Rahatsız olmaması ve acısının azalması için, etrafını yastıklarla doldurmuştuk. Bu şekilde gecenin geç saatine kadar bizimle kaldı..."(5)

Mustafa Kemal, 17 Ağustos'ta yine Ankara'dan cepheye hareket etti.(6)

Paşa'nın hasta halde cepheye hareketi hakkında Fahri Belen, Mustafa Kemal Paşa'nın Muhafız Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'den şöyle bir anı aktarıyor:

"Muhafız Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey (General Tekçe) bu olayı bana şöyle anlattı: "Biz Paşa'nın bir süre istirahat edeceğini sanıyorduk. Birgün seferî kıyafetle yanımıza gelerek, derhal harekete hazırlanmamızı emretti. Ve dedi ki, " benim kemiklerim zedelendi, ben de düşmanın kafasını ezeceğim.""(7)

Abdullah Çankaya

Kaynakça:
(1) Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.III, 2.baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995, s.649
(2) "Ord. Prof. Mim Kemal, Atatürk'ü Anlatıyor", Akşam Gazetesi, 10.11.1951
(3) Hulusi Turgut, Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları, 17.basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s.150
(4) Lord Kinross, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, 28.basım, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2016, s.325
(5) Hulusi Turgut, age., s.151
(6) Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, 3.baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2015, s.262
(7) Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Yayına Hazırlayan: Enis Şahin, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2014, s.347

11 Ağustos 2016 Perşembe

ATATÜRK'ÜN 10. YIL NUTKU

Atatürk 10. Yıl Nutku'nu okurken... 29 Ekim 1933














Türk milleti!


Kurtuluş Şavaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!
Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti!
On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene!
Ankara, 29 Ekim 1933

10 Ağustos 2016 Çarşamba

ALMANLAR VE FRANSIZLAR ARASINDA BİR VAGON














Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisi üzerine Almanya, Fransa ile mütareke yapmak zorundaydı. Fransızlar, Almanlara mütareke şartlarını Compiegne Ormanı'nda kör bir hatta çekilen tren vagonunda imzalatmışlardı. Üstteki resimde Fransız General Foch, mağlup Almanya'nın temsilcilerini karşılıyor. (11 Kasım 1918).

İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra Hitler'in Batı Operasyonu'yla Almanlar Paris kapılarına dayandı. Bu fırsatı kaçırmayan Faşist Mussolini de Fransa'dan bir şeyler koparabilmek için saldırıya geçti (10 Haziran 1940). Fransa mağlup oluyordu. 
Fransa Başbakanı Reynaud'un istifası üzerine, yerine Mareşal Petain geçti. Yeni hükümet, Almanya ve İtalya'dan resmen mütareke istedi (17 Haziran 1940). Hitler ve Mussolini 18 Haziran'da Münih'te buluşup mütareke şartlarını saptadılar.

Birinci Dünya Savaşı'nın mağlubu, İkinci Dünya Savaşı'nın geçici de olsa muzafferi Almanlar 1918'in intikamını almak istediler, o günkü vagonu müzeden çıkarıp aynı yere getirttiler. Bu anlamlı bir anı tazelemeydi ama statüler farklıydı. Alttaki fotoğrafta Alman Mareşal Keitel, mağlup Fransa'nın temsilcisi General Charles Hutzinger'e Compiegne Ormanı'ndaki aynı vagonda mütareke metnini veriyor (22 Haziran 1940).

Abdullah ÇANKAYA

9 Ağustos 2016 Salı

4. GENELKURMAY BAŞKANIMIZ ORGENERAL SALİH OMURTAK (1889-1954)

1889'da Selanik'te doğmuştur. 1907 yılında Harp Okulundan mezun olmuş, 1910'da Harp Akademisini kurmay subay olarak bitirdikten sonra Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti Karargâhında Karargâh Subaylığı, 1. Kolordu, 2. Ordu, 4. Kolordu, 5. Ordu, Doğu Ordular Grubu ve 3. Ordu Karargâh Subaylığı görevlerini yürütmüştür. 22 Ocak 1920'de görevli olarak geldiği Ankara'da kalarak Milli Ordu'ya katılmıştır. 1926 yılına kadar Genelkurmay Karargâhında Şubesi Müdürlüğü, Genelkurmay 2. Başkanvekilliği, 61. Tümen Komutanlığı, 3. Ordu Kurmay Başkanlığı ve 8. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.
Salih Bey'in 61. Tümen Komutanlığı'na getirilişi olaylı olmuştur. İsmet Paşa, Sakarya Savaşı'ndan sonra 4. Kolordu Komutanı Albay Kemalettin Sami (Gökçen) Bey'e bağlı olan 61. Tümen'e Salih Bey'i atamak istiyor ve K. Sami Bey ile aralarında çıkan ihtilafı anılarında şöyle anlatıyor:
"Kemalettin Sami Paşa'nın kolordusunda bir tümen kumandanlığı münhaldi. Bu tümenin kumandanlığına ben, Salih Omurtak'ı tayin etmek istedim. Salih Omurtak o zaman yarbaydı. İstanbul'dan gelmiş, umumi karargâha almışlar. Benim yanımda bulundu, sonra Fevzi Paşa'nın yanında bulundu. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa'nın yanında çalıştı. Yanında çalıştığı amirlerinin itimatlarını kazanmış bir subay. Milli Müdafaaya sordum, bunu tümen kumandanı olarak verir misiniz, diye. Tasvip ettiler, verdiler. Ben ondan sonra Kemalettin Sami Paşa'ya, böyle düşünüyorum, tümen kumandanlığına inha edeceğim, itimadınız var mı, diye sordum. Kemalettin Sami Paşa çok memnun oldu... Tayin ettiler. Salih Paşa, Garp Cephesi Karargâhına geldi... Cepheye doğru hareket ediyoruz. Kendisine talimat verdim. 61. Tümen'e, Kemalettin Sami Bey'in kumandasına gideceksin, dedim. O esnada bana K. Sami Paşa'dan bir telgraf getirdiler. Salih Paşa'yı istemem, diyor.
Kemalettin Sami Paşa'ya cevap verdim. Sana sordum, ondan sonra inha ettim, geldi, oraya göndereceğim, bilinmeyen bir subay değil, muharebede bizimle beraber bulunmuş, bunlar ciddi işlerdir, bir gün öyle bir gün böyle olmaz, dedim. K. Sami Paşa kabul etmemekte ısrar etti. Biz muharebeden çıktık, çok genç, bu vazifeyi yapamaz, diyor... Hiçbir makul sebep söylemeden tayin olunmuş bir insanı kabul etmek istemiyorsun. Böyle şey olmaz. Alacaksın bunu, dedim. Bunun üzerine, ısrar ederseniz istifamı kabul ediniz, diye cevap verdi. Ben, pekâlâ dedim, istifanızı kabul ettim, kumandayı Cemil Cahit Paşa'ya devredin, siz de buraya gelin, onu gönderiyorum.
K. Sami Paşa istifa ettim dedi ve geldi. Salih Paşa'yı yerine yani 61. Tümen kumandanlığına gönderdim. Kemalettin Sami Paşa çok müteessir bir haldeydi."
İsmet Paşa son anda kararını değiştiren K. Sami Bey'e sinirlenmiş, itimadını kazanan Salih Omurtak'tan vazgeçmemiştir.
Yine İsmet Paşa, Salih Bey'in Büyük Taarruz'da Trikopis ve Diyenis'in esir edilmesi üzerine Yunan ihtiyat kolordusu komutanı Diyenis'e "neden Trikopis'e yardım etmediğini" soruyor ve buna, Salih Omurtak'ın komutanı olduğu tümenin sebep olduğunu ve daha önce K. Sami Paşa ile yaptığı tartışmada nasıl isabetli bir karar verdiğini şöyle anlatıyor:
"Diyenis'e sordum:
-Niçin yardım etmediniz?
General Diyenis, kendi zaviyesinden niçin yardım etmediğini şöyle anlattı:
-Nasıl yardım edecektim? Ben de taarruza maruz kaldım. Taarruz benim cephede de aynı şiddetle oldu. Bütün mevzilerim düştü. Evvela kendi vaziyetimi kurtarmaya çalıştım...
General Diyenis'in emrindeki ihtiyat kolordusu ile mukabil taarruza geçip hepsini püskürterek geri attığı kuvvet bizim bir fırkamızdı. İki günlük muharebe ile geri attığı bu fırka, Salih Paşa'nın fırkasıdır...
Salih Omurtak'ı tümen kumandanlığına tayin etmek istediğim zaman, Kolordu Kumandanı K. Sami Paşa istememiş ve aramızda bazı tatsız hadiseler geçmişti. Yunan generallerini dinleyince, K. Sami Paşa'nın, gençtir, tümen kumandanlığını yapamaz dediği bu Salih Paşa'nın neler yapabildiğini daha iyi öğrenmiş olduk. Üzerinde münakaşa yapılan bu tayin, ne kadar isabetli olmuş. Bir tümen, topu topu bir tümen. Karşısında üç tümenli bir düşman kolordusu var. Beş misli kuvvetli. Bu Yunan kolordusu Salih Paşa'nın tümeniyle yaptığı taarruz karşısında nasıl korkmuş, bunu General Diyenis anlattı. Salih Paşa Yunan kolordusunun cephesine taarruz ediyor. İleri mevzilerini işgal ediyor. Yunan Kolordu Kumandanı, kuvvet topluyor, mukabil taarruzla bu mevzileri geri alıyor. Ondan sonra Salih Paşa tekrar ilerliyor. Böylece bir Türk tümeni ile bir Yunan kolordusu ileri geri muharebe ederken, iki-üç gün geçiyor. Salih Paşa'nın bu hareketi, düşman kolordusunu, asıl kesin sonuç yerinde herhangi bir iş görmekten tamamıyla mefluç bırakmış oluyor. "
Salih Bey, 1926 yılında terfi ettiği tümgeneral rütbesi ile 8. Kolordu Komutanlığı görevini yürüttükten sonra 1930 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Korgeneral rütbesi ile 9. Kolordu Komutanlığı ve 3. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.
Soyadı Kanunu'ndan sonra kendisine Atatürk tarafından "Omurtak" soyadı verilmiştir. Atatürk, Salih Paşa'ya verdiği soyadını yazılı gerekçeyle bildirmiştir.
Atatürk'ün de itimadını kazanan Salih Omurtak'ı, Atatürk'ün kütüphanecisi Nuri Ulusu anılarında şöyle anlatıyor:
"Atatürk merhum Salih Omurtak Paşa'yı çok severdi. Onun askeri tavrını, hareketlerini, kabiliyetini çok beğenir ve de takdir ederlerdi. Çoğu yemekte veya çalışmaları sırasında Salih Omurtak Paşa hakkında çok övücü söylemlerini kulaklarımla duymuşumdur."
Nuri Ulusu, Atatürk'ün bir gün aniden Çorlu'ya gitme kararı aldığını, hemen yola koyulduklarını, Çorlu'da kolordu komutanı olan Salih Omurtak Paşa'nın yanına gittiklerini, Atatürk ile Paşa'nın odada yalnız kaldıklarını anlatıyor. Arkadaşları ile birlikte Atatürk birşey ister mi diye merak edip yanlarına gidince Atatürk'ten şu cevabı alıyor:
"Ne o, beni merak mı ettiniz? Merak etmeyin emin ellerdeyim, konuşmamız uzayacak, onun için bu gece kalalım dedim." dedikten sonra Salih Paşa'ya dönerek "Paşam bunlar benim cucuklarım, görüyor musun? Senin yanında dahi, koca kolordu komutanının yanında olduğum halde, yine de beni merak ediyorlar."
Salih Omurtak evlenmemiş ve ablasıyla birlikte yaşamıştır. 1940'ta Orgeneralliğe terfi etmiş ve Orgeneral rütbesiyle Yüksek Askeri Şûra Üyeliği, Genelkurmay 2. Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı yapmıştır.
"Ankara Cinayeti" diye ünlenen olayda Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay, oğlu Haşmet Orbay'ın suçlu bulunması üzerine Genelkurmay Başkanlığından istifa etmek zorunda kalmış ve yerine 29 Temmuz 1946 tarihinde Salih Omurtak atanmıştır.
Omurtak Paşa şapkasını her zaman sağına yatırarak giymiş, daima genç ve dinç gözükmüştür. Doktorların sağlığını korumasını söylemesi üzerine arabasını bırakarak makam atı kullanmıştır. Atatürk gibi İnönü'ye olan saygısını da hiç kaybetmemiş, İnönü'ye 1948 yılbaşında yazdığı kutlama mesajında sadece o zamanki Cumhurbaşkanına değil, eski bir komutanına da olan saygısını dile getirmiş, bu yüzden muhalefet tarafından acımasızca eleştirilmişti. Omurtak İnönü'ye "Sayın Cumhurbaşkanımız ve Yüce Başbuğumuz..." dediği mesajda DP muhalefeti tarafından suçlanınca 10 Ocak'ta İnönü'ye yazdığı Birinci İnönü Zaferi mesajını kamuoyuna açıklamamıştı. Cumhurbaşkanı İnönü de cevaben yazdığı mektupta üzülen Omurtak Paşa'yı teselli eder gibi ifadeler kullanıyor ve "Sayın Omurtak, Aziz Komutanım" diye hitab ediyordu.
Salih Omurtak 8 Haziran 1949 tarihine kadar Genelkurmay Başkanlığı görevini yürütmüş, bir süre hastalığı sebebiyle izin kullandıktan sonra 1 Ocak 1950 tarihinde atandığı Yüksek Askeri Şûra üyeliğinden 6 Temmuz 1950 tarihinde kendi isteğiyle emekli olmuştur.
Orgeneral Salih OMURTAK; Harp Madalyası, İstiklal Madalyası, Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ile Avusturya 5'inci Rütbe Mecidiye Nişanı, Avusturya-Macaristan 3'üncü Rütbe Liyakat Nişanı ve Alman İmparatoru 3'üncü Demir Nişanı sahibidir.
23 Haziran 1954'te Bahçelievler'deki evinde 65 yaşında vefat etmiş, 25 Haziran'da askeri törenle Cebeci Şehitliği'ne defnedilmiş, naaşı daha sonra Devlet Mezarlığı'na nakil edilmiştir.
Abdullah Çankaya
23 Haziran 2015







TEVFİK FİKRET'İN AŞİYANI'NDA...


Tevfik Fikret




















Tevfik Fikret, Rumeli Hisarı'nda projesini kendisi çizdiği bir ev yaptırıyor ve eve Farsça'da "yuva" anlamına gelen "Aşiyan" adını veriyor. 1906'dan öldüğü 1915 yılına kadar bu evde yaşıyor ve bu evde vefat ediyor...

Fikret'in anısının yaşatıldığı bu evde, vefatının 3. yıldönümünde, 19 Ağustos 1918'de üç kişi Fikret'i anmak için buluşuyor. Bunlardan ikisi ünlü şair kardeşler Süleyman Nazif ve Faik Ali Ozansoy. Üçüncü kişi ise Fikret'e olan hayranlığını çok iyi bildiğimiz Mustafa Kemal Paşa... Bu üç kişi Fikret'i Aşiyanı'nda anarak hatıra defterine ona olan hayranlıklarını belirten bir kayıt düşüyor ve imza ediyorlar.

Faik Ali Ozansoy'un el yazısıyla hatıra defterindeki kayıt şöyle:

"19 Ağustos 1918 Pazartesi
 Tavaf-ı tahatturunda bulunmakla mübahi perestişkâran-ı Fikret.

Faik Ali    Süleyman Nazif    Mustafa Kemal"

Mustafa Kemal Paşa'nın da imzasının bulunduğu hatıra defterindeki sayfa.











AMASYA GENELGESİ

Mustafa Kemal Paşa 13 Haziran 1919'da Havza'dan Amasya'ya geldi. Burada 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ve İstanbul'dan onun yanına gelen Rauf Bey ile görüşecekti. Samsun'da bıraktığı Refet (Bele) Bey'i Sivas'a komutanı olduğu 3. Kolordu merkezine gönderecekti. Gelmesini söylemiş, o da Amasya'ya gelmişti.

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli milli teşkilatlarını birleştirmek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere Sivas'ta umumi bir kurultay toplamak istiyordu. Bu amaçla 21/22 Haziran 1919 gecesi yaveri Cevad Abbas (Gürer) Bey'e bir tamim söyleyip yazdırmıştır. Bu müsveddede Mustafa Kemal Paşa'nın, Paşa'nın Kurmay Başkanı Albay Kazım (Dirik) Bey'in, Hüsrev (Gerede) Bey'in, Paşa'nın yaveri Muzaffer (Kılıç) Bey'in ve sivil bir görevlinin imzaları vardır. Mustafa Kemal Paşa müsveddeyi yeni gelen arkadaşlarının da imzalamasını istemiştir.

Rauf Bey misafir olduğunu söyleyerek imzalamak istemez fakat Mustafa Kemal Paşa'nın tekrarlaması üzerine imza eder. Refet Paşa ise bir kongre toplamanın yararsız olduğunu ileri sürerek imzalamaktan çekinir. Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'in düşüncesini anlayınca hemen imza eder. Ali Fuat Paşa, Refet Paşa'yı da sıkıştırarak imzalamaya ikna eder ve Refet Paşa da müsveddeye belli belirsiz bir imza atar. Metin telgraf yoluyla Konya'daki Mersinli Cemal Paşa'ya ve Erzurum'daki Kazım (Karabekir) Paşa'ya da gönderilerek onayları alınır. Paşaların imzalarının bulunduğu bu tutanak 6 madde içermektedir. Fakat 22 Haziran 1919'da sivil ve askeri makamlara 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal imzasıyla gönderilen Amasya Genelgesi'nde son üç madde yer almamıştır. Genelge Metni şöyledir:



1- Vatanın tamamiyeti ve milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet-i merkeziyemiz İtilaf Devletlerinin tesir ve murakabesi altında mahsur bulunduğundan deruhte ettiği mesuliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madüm tanıttırıyor. Milletin istiklalini, gene milletin azm ü ve kararı kurtaracaktır. Milletin hal ve vaz’ını derpiş etmek ve sada-yı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir ve mürakabeden azade bir heyet-i milliyenin vücudu elzemdir. Bunun için bilmuhabere her taraftan vaki olan teklif ve arzuyu milli üzerine bilvücuh Sivas’ta milli bir kongrenin serian in’ikadı tekarrür etmiştir. Bu maksatla, tekmil Vilayat-ı Osmaniye’nin her livasından fırka ihtilafatı dikkat nazarına alınmaksızın muktedir ve milletin itimadına mazhar üç kadar zatın süratle yola çıkarılması icap etmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir sırrı milli halinde tutularak dağdağaya mahal verilmemesi ve lüzum görülen mahallerde seyahatin mütenekkiren icrası lazımdır.
2- Vilayet-i Şarkiyemiz namına 10 Temmuzda Erzurum’da in’ikadı mukarrer kongre için mezkür vilayetlerin Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinden müntehap azalar zaten Erzurum’a müteveccihen yola çıkarılmışlardı. O vakte kadar vilayatı sairemizin murahhasları da Sivas’a vasıl olabileceklerinden Erzurum Kongresinin azası da tensip edeceği zamanda içtima-ı umumiye dahil olmak üzere Sivas’a hareket edecektir.
3- İşbu mevadda göre murahhasların Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetleri ve Belediye riyasetleri ve suver-i saire ile intihabı ile tahrikleri hakkındaki delalet-i aliye-i vatanperverilerini ve isimleriyle zaman-ı hareketlerinin iş’arını istirham eylerim.
(Paşaların imzaladığı tutanakta bulunup sivil ve askeri makamlara gönderilen genelgede yer almayan son üç madde)
4- Bu mukarreratın tatbikatına Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, esbak Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey, XV. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa, XIII. Kolordu Kumandanı Vekili Miralay Cevdet ve III. Kolordu Kumandanı Miralay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, II. Ordu Müfettişi Ferik Cemal Paşa, XII. Kolordu Kumandanı Miralay Salahattin Bey, XX. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa, Bursa’da XVII. Kolordu Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey, Edirne’de Kolordu Kumandam Miralay Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı mülki ve askeri mühim zevat tarafından çalışılacaktır. Bundan başka sadr-ı esbak Müşir Ahmet izzet Paşa, Nafia Nazırı Ferit Bey ve ayan azasından Ahmet Rıza Bey gibi zevatın fikir ve mütalaaları alınacaktır.
5- Redd-i ilhak ve Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetlerinin verecekleri telgrafların yalnız telgrafhanelerde kabul edilerek çekilmesi Posta ve Telgraf Umum müdürlüğünden tamim edilmiştir. Bu husus suret-i kat’iyede reddedilerek muhaberatın behemehal serbestçe temini için tezahüratta bulunularak muhaberat temin edilecek ve temin edilinceye kadar tezahürata devam olunacaktır.
6- Teşkilat-ı askeriye ve milliye hiçbir suretle ilga edilmeyecektir. Kumanda hiç bir suretle terk ve ahara tevdi olunmayacaktır. Vatanın herhangi bir tarafından yeniden vaki olacak düşman işgal harekatı umum orduyu alakadar edecek ve hasıl olan vaziyete nazaran müdafaa-i memlekete müştereken tevessül olunacaktır. Bu sebeple kumandanlar derhal birbirini haberdar edeceklerdir. Esliha ve mühimmat kat’iyen elden çıkarılmayacaktır.

Abdullah Çankaya
22 Haziran 2015



CUMHURİYETİN İLK SAĞLIK BAKANI VE DÖRDÜNCÜ BAŞBAKANI DR. İBRAHİM REFİK SAYDAM











Refik Saydam, 8 Eylül 1881'de İstanbul'da doğmuştur. Babası, İstanbul'da yağ ticareti yapan, aslen Çankırılı Ahmet Efendi'dir.
Refik Saydam, mahalle mektebi, Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli Askeri Lisesi'nde okuduktan sonra 1905 yılında Askeri Tıbbiye'yi doktor yüzbaşı olarak bitirmiştir. Okul hayatından sonra Gülhane Hastanesi'nde ve çeşitli birliklerde görev almış, 1910 yılında eğitim için yurtdışına gitmiştir. Alman ordusunda staj yaparken 1912'de Balkan Savaşı'nın patlaması üzerine İstanbul'a geri dönmüştür. Bu savaş sırasında kolera hastalığını önleyici çalışmalar yapmıştır. 1914'te Sahra Sıhhiye Müfettişliği Muavinliği'ne atanmış ve mütarekeye kadar bu görevde kalmıştır. Bu görevi sırasında bakteriyoloji enstitüsünü örgütleyerek tifo, dizanteri, veba ve kolera aşılarının, tetanos ve dizanteri serumlarının burada üretilmesini ve I. Dünya Savaşı boyunca ordu ihtiyacının karşılanmasını sağlamıştır. Başarılı bir tıp adamı olan Refk Saydam’ın tifüse karşı hazırladığı aşı, tıp literatürüne geçmiş ve I. Dünya Savaşı'nda Alman ordusunda ve Kurtuluş Savaşı'nda kullanılmıştır. Mütareke'de İzmit Şayak Fabrikası hekimliğine atanmış fakat bu göreve gitmemiştir. Bunun üzerine 9. Ordu Müfettişliği Sıhhiye Reis Muavinliğine nakledilerek Atatürk ile birlikte Samsun'a çıkmıştır. Bu sebeple Atatürk ile birlikte Samsun'a çıkanlar arasında devlet hizmetinde en yüksek makama gelecek olan, başbakanlık yapacak olan Dr. Refik Saydam'dır. 9. Ordu Müfettişlik karargâhının lağvedilmesi üzerine Erzurum Askeri Hastanesi Bulaşıcı Hastalıklar Bölümü Şefliğine atanmış, fakat Atatürk'ten ayrılmayarak ordudan istifa etmiş, Atatürk ile birlikte Erzurum ve Sivas Kongreleri çalışmalarına katılarak Ankara'ya gelmiştir.
Refik Saydam TBMM'nin birinci döneminde Beyazıt milletvekili seçilmiş, ikinci dönemden vefatına kadar İstanbul milletvekili olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk hükümette Türkiye'nin ilk sağlık bakanı olmuş, 4 Mart 1925 - 26 Ekim 1937 tarihleri arasında aralıksız sağlık bakanlığı yapmıştır. Sağlık bakanlığı sırasında Atatürk'ün rahatsızlığından kaynaklanan krizler sonucunda Atatürk'ün yanında bulunmuştur. Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından, Refik Bey’e ‘Saydam’ soyadı bizzat Atatürk tarafından verilmiştir. 1931-1938 yılları arasında zaman zaman Milli Eğitim ve Maliye Bakanlıklarına da vekâlet eden Refik Saydam, Atatürk'ün güven ve takdirini kazanmıştır. Babası, Atatürk Bandırma Vapuru ile yola çıkacakken vapurda görevli olan, Atatürk'ü Bandırma vapuruyla ufak bir çocukken Samsun'a yolcu eden ve daha sonra Atatürk'ün kütüphanesinde görevli olarak yakınında bulunan Nuri Ulusu Dr. Refik Saydam'ı anılarında şöyle anlatıyor:
"Refik Saydam Bey, çok titiz, işinin ehli, müteşebbis ve çok çalışkan bir yapıya sahipti. Çok da dürüst ve ehli namus bir kişiliğe sahipti."


















Şevket Süreyya Aydemir, Refik Saydam'ın Atatürk'e olan bağlılığını İkinci Adam isimli eserinde şöyle anlatıyor:
"Refik Saydam bir doktordu. Askeri doktor. Daha Anadolu'ya geçmeden önce cephelerde Mustafa Kemal'in emrinde çalışmıştı. 16 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişliği görevi ile İstanbul'dan hareket edip Anadolu'ya geçerken, Dr. Binbaşı Refik Bey de onun yanındaydı. Erzurum, Sivas Kongreleri sıralarında ve Büyük Millet Meclisi kurulmadan önce, Temsil Heyeti Reisi Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara Ziraat Mektebi'nde geçen çetin, çileli günlerinde daima yanında bulundu. Bütün bu devrede Mustafa Kemal, böbreklerinden hastaydı da. Dr. Refik hem o sırada, hem ondan sonra ve bütün İstiklal Savaşı boyunca da daima onun yanında ve hizmetinde kaldı. Meclise mebus olarak girişi onu bu görevlerinden ayırmadı. Nihayet Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili oldu. Bu vekaletin teşkilinde yaşattığı titiz intizam zihniyeti ve takip fikriyle çok dikkat çekti."
Uzun süre Kızılay Başkanlığı da yapan Refik Saydam Türkiye'nin sağlık alanında temel taşı olmuştur. Türkiye'de modern anlamda devlet sıhhiyeciliğinin kuruluşu, birçok sağlık tesislerinin ve kanunlarının yapılması Refik Saydam'ın Sağlık Bakanlığı döneminde olmuştur. Görev yaptığı süre içerisinde birçok ilde memleket hastaneleri, doğum ve çocuk bakımevleri açmıştır. Ayrıca tıp alanında eleman yetiştirilmesine önem vererek sağlık kursları, tıp öğrenci yurtları 1928'de Hıfzısıhha Enstitüsünü ve Mektebini, İstanbul ve Ankara'da verem savaş dispanserlerini kurmuştur. Koruyu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramlarını Türkiye'ye Refik Saydam getirmiştir.
Refik Saydam, Atatürk gibi İnönü'ye de bağlı ve saygılıydı. Yine Şevket Süreyya Aydemir'den dinleyelim:
"İsmet Paşa'nın seyahatlere çıktığı zamanlarda kabinede ona vekalet eden Refik Bey'di. Bu suretle de Atatürk ile İsmet Paşa arasında, iki tarafın güvendiği bir düğüm noktası olmak mevkiine geldi."
İnönü'nün başbakanlıktan ayrılması üzerine kurulan Celal Bayar hükümetinde görev kabul etmeyen Refik Saydam İnönü'nün yanında yer almıştır. İsmet İnönü'nün en yakını Saydam olmuştur. İsmet Paşa'yı Meclis kulislerindeki her bilgiden haberdar etmiştir.
Atatürk, İsmet İnönü ile küs öldü gibi yalanların aksine görevlerinden ayrılan İnönü ve Saydam'ı desteksiz bırakmamış, başbakanlıktan ayrılmadan önce emekli maaşından İnönü'ye verdiği 2.000 lirayı ayrılışından sonra 3.000 liraya çıkarmış, Sağlık Bakanlığından ayrılan Refik Saydam'a da her ay 500 lira yardım yapmıştır. İnönü ve Saydam bu yardımı Atatürk'ün öldüğü Kasım ayı dahil olmak üzere tahsil etmişlerdir. (Ali Güler - Aleykümesselam)
Atatürk'ün sağlığının gittikçe bozulduğu günlerde İnönü Atatürk'ü görmek istemiş, Refik Saydam buna engel olmuştur. İnönü'ye Ankara'dan gitmemesi gerektiğinden, türlü suikast ihtimallerinden söz etmiştir. İnönü bu suikast fısıltılarını anılarında şöyle anlatıyor:
"Teşrinisani (Kasım) günleri beni İstanbul'a (Atatürk'ün yanına) götürmek için Şükrü Kaya ve onun tertibinde ansızın bir fazla gayret belirdi. Ben de candan istiyordum. Fakat Şükrü Kaya tertibindeki bu gayret yakın arkadaşlarımın (buradaki yakın arkadaş açıkça Refik Saydam'dır.) dikkatini celbetti. Katiyen bırakmadılar. Onlar haklı ve isabetli çıktılar. Şükrü Kaya İstanbul'a son anda beni götüremediği için pek hiddetli idi. Benim İstanbul'a gitmediğimin tek sebebi, Atatürk yalnız bununla müteselli oluyordu. Benim burada kalmam onu bahtiyar ve minnettar ediyordu. Benim burada kalmamı sıhhatim için kendi arzu ettiğini her vesile ile söylüyordu."
Atatürk'ün vefatıyla Cumhurbaşkanı seçilen İnönü'nün Celal Bayar'a hükümeti kurma görevi vermesiyle yeni kurulan hükümette İnönü'ye karşı harekette bulunanlar yer almıyor, fakat İnönü'nün daima yanında olan Refik Saydam İçişleri Bakanlığı'na getiriliyordu. Refik Saydam İçişleri Bakanı olması sebebiyle CHP'nin Genel Sekreteri de oluyordu.
Celal Bayar hükümetinde 2,5 ay İçişleri Bakanlığı yapan Refik Saydam, 25 Ocak 1940'ta başbakanlığa getirilmiş ve hükümeti kurmuştur. Başbakanlığı, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Türkiye'nin karşılaştığı iç ve dış sorunlar bakımından ağır şartlar altında geçmiştir.
Refik Saydam da İnönü gibi savaş yanlısı olmamıştır. Meclis'te Almanya'nın yanında savaşa girilmesini isteyen, savaştan kaçılamayacağını söyleyen Recep Peker'e Refik Saydam hiç evlenmediğini, çocuk sahibi olmadığını fakat Peker'in çocuk sahibi olduğunu belirterek şöyle cevap vermiştir:
"Benim çocuğum yok. Fakat yarın öldükten sonra mezarıma lanet okutmam."
Refik Saydam, dediği gibi "Devlet mekanizmasını A'dan Z'ye kadar bozuk" buluyordu. Tam bu bozukluğu değiştirecek makama gelmiş, fakat savaşla karşı karşıya kalmıştı.
Başbakan Refik Saydam, 1942 Temmuz başında gıda maddeleri darlığını, ekonomik ve sosyal ihtiyaçları incelemek üzere İstanbul'a gitmişti. 7 Temmuz'da bütün gün çalıştıktan sonra oteline gidip yatmıştı. Gece yarısı bir kriz gelmiş, Refik Saydam zile basarak otel görevlisini çağırmış, fakat müdahale edilemeden 8 Temmuz 1942 saat 00.40'ta vefat etmişti. Kalp krizinin sebebi Saydam'ın ileri yaşına (61 yaşındaydı), fazla kilosuna ve stresli çalışma hayatına bağlanmıştır.
Refik Saydam'ın cenazesi 10 Temmuz'da Cebeci Asri Mezarlığına defnedilmiştir. Vefatının ardından şunlar yazılmıştır:
“Başbakan Refik Saydam için vazifeden üstün hiçbir kıymet yoktu. Avrupa'lıya has bildiğimiz kronometre doğruluğu ile çalışma metodu Ankara’ya, bir koldan, Refik Saydam’la beraber girdi. Refik Saydam, büyük bir vatanperverdi….Sivas Kongresinden beri Anadolu’yu kemiren dertlere derman koşturmak için yorulan, Türkiye’de ilk medeni sağlık teşkilatını kuran, birçok yerlerde sıtmanın kökünü kurutan Refik Saydam, başbakanlığa geldiği günden beri dünya çapında büyük ve azılı tehlikelerle karşılaştı……Son zamanlarda dış politika üzüntülerinin üstüne bir de memleketin iaşe ve ekonomi dertleri binmişti.
Ölümünden birkaç saat evvel söylediği gibi teşkilatsızlık ve elemansızlık onu son nefesine kadar üzdü, yedi, bitirdi: A’dan Z’ye kadar teşkilat bozukluğu…Hele suistimallere (yolsuzluklara) karşı bu tertemiz adamın vicdanında kıyametler kopuyordu. Çünkü Dr. Refik Saydam, namuslu adamdı. Bütün öteki vasıflarına karşı nankör olsak, yalnız onun bu meziyeti için hâtırası önünde doya doya ağlamalıyız.”
Peyami SAFA, (Tasviri Efkâr Gazetesi, 9 Temmuz 1942)
“Hakkın rahmetine kavuşan Başbakan, sulh ve şerefle dinç, gürbüz kalmış vatan kucağında, yarına daha sağlam ümitle bakarak öldüğü için mesuttur. Tarih O’nu, kurtuluş umulmayan bir altüst oluş devrinde, memleketini sulhta yaşar görmek saadetine eren nadir devlet adamları arasında sayacaktır.”
Refik Halit KARAY(Tan Gaz. 9 Temmuz 1942)
"Dr.Refik Saydam kabinesi bu karışık dünya buhranı devresinde Türkiye için en isabetli ve en mesut hariciye politikası izlemiş olmakla meşhur kalacaktır… Üç senelik harp devresinde Türkiye’nin en basiretli diplomasi manevralarıyla kendisini harp dışı tutabilmesi ve aynı zamanda taahhütlerine sadık kalması, dış dünyda memleketimiz hakkında büyük bir emniyet ve hürmet uyandırmıştır…Onun nefsinde temiz bir devlet adamı vasfıyla ahlaklı ve iyi bir insan hüviyeti birleşmişti.”
Hüseyin Cahit YALÇIN, (Yeni Sabah Gaz. 9 Temmuz 1942)
10 Temmuz’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, yaptığı açıklamada şunları söylemiştir:
“Milletimiz iyi bir insan örneğini ve devlet hizmetine bütün varlığını vakfeden bir vatanseverin millet yolunda ölünceye kadar çalışmasının seçkin bir örneğini görmüştür. Bu örnek, hepimize sevgi, hürmet ve gıpta telkin etmektedir…
…Dr Saydam, üzerindeki vazife emanetlerini şerefle teslim etmekte mümtaz bir bahtiyarlığa ermiştir. Millet hâdimi büyük vatanseveri, Türk Milleti’nin hâtırasına hürmetle tevdi ediyoruz.”
Abdullah Çankaya
8 Temmuz 2015

TÜRK NEDİR? (ATATÜRK'ÜN CEVABI)

"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."


ERZURUM KONGRESİ - 23 TEMMUZ/7 AĞUSTOS 1919


















Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz 1919'da Erzurum'a geldi. İstanbul'un ısrarla geri çağırmasına olumsuz cevap vermiş, görevden alınacağını anlayınca aynı gün Paşa da istifa etmişti (7/8 Temmuz). Artık sade bir vatandaştı. Ama bu onu etkilememişti. İstifasından sonra hem Vilâyat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesi, hem Erzurum halkı, hem de XV. Kolordusuyla Kazım (Karabekir) Paşa arkasındaydı.
Cemiyetin Erzurum şubesi Mustafa Kemal Paşa'ya gönderdiği 10 Temmuz tarihli bir yazıyla "Paşa'nın cemiyetin başına geçmesini ve Faâl Heyeti başkanlığını kabul etmesini istiyordu. Ayrıca Rauf (Orbay) Bey'i de Faâl Heyeti ikinci başkanlığına getiriyordu.
Mustafa Kemal Paşa'nın önünde yol açılmıştı. Daha önce toplanması kararlaştırılan, fakat diğer illerden delegelerin gönderilmemesi sebebiyle geciken Vilâyat-ı Şarkiyye Kongresi 23 Temmuz 1919'da toplanacaktı.
Kongreye katılmak için bir ilden delege olarak seçilmek gerekiyordu. Fakat Mustafa Kemal Paşa herhangi bir yerden delege seçilmiş değildi. Cevat Dursunoğlu, Paşa'nın nasıl delege seçildiğini şöyle anlatıyor:
"Atatürk 3 Temmuz 1919'da Erzurum'a geldiği zaman bütün şark vilâyetlerindeki
ilçelerin temsilcileri seçilmiş bulunuyordu. Kendisi, kongreye Erzurum delegesi olarak katılmayı arzu ediyordu. Ona bu imkânı sağlamak için Küçük Kâzım (Yurdalan) ve ben, Erzurum temsilcilğinden istifa ederek Atatürk'ün ve Rauf Bey'in seçimini sağladık."(1)
Yerlerini Mustafa Kemal Paşa'ya ve Rauf Bey'e bırakan Cevat ve Emekli Binbaşı Kâzım Beyler, ayrıca sağlanan seçimlerle tekrar delege seçilerek kongreye katılmışlardır.(2)
Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919 günü sabah saat 10:00'da Sultanî Mektebi binasında toplandı. Cemiyetin Erzurum şubesi Reisi Hoca Raif Efendi tarafından açılan kongreye 5 vilâyetten 56 delege katıldı. (24 Erzurum, 17 Trabzon, 10 Sivas, 3 Bitlis, 2 Van. Elazığ, Diyarbakır ve Mardin'den seçilen delegelerin kongreye katılmasına Elazığ Valisi Ali Galip engel olmuştur.)
Falih Rıfkı Atay kongrenin toplandığı yeri şöyle anlatıyor:
"23 Temmuz 1919. Pek orta halli bir okul. Yirmiye oniki metrelik sularında çam tahtalarından, halı ve seccade ile örtülü, bir başkan, iki de kâtip kürsüsü. Gene çam tahtasından öğrenci sıraları. Duvar ve pencereler çıplak."(3)
Kongre açıldıktan sonra bir başkan seçmek gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa karşı çıkmalara rağmen kongreye girmişti, fakat bu sefer de başkan olmasını istemiyorlardı. Bu görüşü savunanların arasında Kazım Karabekir ve Rauf Orbay'dan başka, Paşa'nın yakınındakilerden Kurmay Başkanı Kazım (Dirik), Hüsrev (Gerede), İbrahim Tali (Öngören), Mazhar Müfit (Kansu) Beyler de vardı. Gerekçeleri, "Mustafa Kemal reis olduğu takdirde İstanbul Hükümetinin zor kullanacağından endişe" etmeleriydi. Mustafa Kemal Paşa ise şöyle düşünüyordu:
"Ben behemehal kongreye dahil olmalı ve ve onu idare etmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin, irade-i milliyenin faaliyete geçirilmesini ve milletin bizzat fiilen ve müsellâhan (silahlı olarak) ittihaz-ı tedabire (önlem alma) başlamasını temin zaruretine kani idim. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, kongrede tenvir ve irşad (aydınlatma ve hazırlama) ve bizzat idare suretiyle çalışmamı elzem görüyordum." (4)
Başkanlık tartışmalarından sonra bir delege kürsüye çıkarak "Ben kendi adıma Mustafa Kemal Paşa'yı tavsiye ediyorum" (5) demiş, Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığı el kaldırma usulüyle oylanmış ve Paşa çoğunlukla Kongre Başkanı seçilmiştir.(6)
Başkan seçildikten sonra kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa verdiği nutukta işgallerden, Ermenistan projesinden, yapılması gerekenlerden bahsetmiş ve konuşmasını şu duayla bitirmiştir:
"Cenabı Vahibülamal Hazretleri Habibi Ekremi hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyaneti Celilei Ahmediyenin ilâ yevmül kıyam harisi esdakı olan milleti necibemizi ve makamı saltanat ve hilâfeti kübrayı masun ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun! Amin."(7)
Mustafa Kemal'in bu duası salonu dolduran delege ve dinleyicilerin yürekten kopan " Amin" sesleriyle karşılanır. Havayı derin, kutsal bir uğultu doldurur. Bu alkışlarda kongrenin nefsine, görevine olan güven sesleri duyulur.(8)
Kongre 14 gün sürmüş, 7 Ağustos 1919'da son bulmuş ve şu kararları almıştır:
1-Trabzon vilayeti ve Canik Sancağı ile Doğu vilayetleri adı taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis ili bu saha içinde müstakil livalar hiç bir sebeb ve bahane ile birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak imkanı düşünülmeyen bir bütündür. Saadet ve felakatte tam bir ortaklık kabul ve kaderleri hakkında aynı maksadı hedef kabul ederler.
2-Osmanlı vatanının tamamıyla ve bağımsızlığın temini ve saltanat ve hilafetin,korunması için milli kuvvetleri etken ve milli iradeye hakim kılmak esastır.
3-Her türlü işgal ve müdahele Rumluk, Ermenilik, teşkili ve gayesine yönelmiş kabul edileceğinden,sosyal dengeyi zedeleyecek surette Hıristiyan halka bir takım ayrıcalıklar verilmesi kabul edilmeyecektir.
4-İstanbul hükümetinin,büyük devletler baskısı karşısında buraları terk ve ihmal zorunda kalması ihtimaline göre hilafet ve saltanata bağlılık ve milli hakları temin eden karalar kabul edilmiştir.
5-Vatanımızda ötedenberi birlikte yaşadığımız Hıristiyan halkın Osmanlı Devleti kanunları ile kazanılmış haklarına tamamiyle saygılıyız.Mal,can ve ırzlarının güvenliği zaten dinimizin gereklerinden,milli gelenekler ve kanunlarımızın temel esaslarından olmakla,bu temel esas kongremizde oy birliği ile kuvvetlendirilmiştir.
6-Galip devletlerce mütarekenin(Mondros Mütarekesi) imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımızın içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi Doğu Anadolu illerinde büyük çoğunluğu Müslümanlar meydana getirir.Kültürel ve ekonomik üstünlüğü Müslümanlara ait bulunan ve birbirinden ayrılması mümkün olmayan özkardeş olan din ve ırkdaşlarımızla dolu ülkemizin,taksimi görüşünden,tamamıyla vazgeçmekle varlığımıza,tarih,ırk ve dinimize saygı gösterilmesine ve bunlara aykırı teşebbüslerin yerine getirilmemesine ve bu suretle tamamıyla hak ve adalete dayalı bir kara kabul edilir.
7-Milletimiz insan haklarına bağlı ve ekonomik ihtiyacımızı takdir eder. Bu sebeble devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü korunmak şartıyla altıncı maddede,yazılı sınırlar dahilinde milliyet esaslarına saygılı ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız ve bu insan haklarına,adalete dayalı bir barışın hemen kararlaştırılması kamu selameti bakımından kesin amacımızdır.
8-Milletlerin kendi kaderlerini bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde İstanbul Hükümeti’nin de milli iradeye bağlanması mecburidir. Çünkü milli iradeye dayanmayan herhangi bir hükümetin keyfi ve şahsi karaları milletçe benimsenmeyecektir. Bu sebeble Mebusan Meclisi derhal toplanmalıdır.
9-Vatanımızın karşılaştığı acılı olaylar ve aynı maksat ile milli vicdandan doğan iradenin birleşmesiyle meydana gelen kuruluşun adı “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını almıştır. Şu var ki bu cemiyet her türlü particilik akımlarından uzaktır.
10-Kongre tarafından seçilen bir “Heyet-i Temsiliye” kabul ve köylerden başlayarak vilayet merkezlerine kadar bütün teşkilat birleştirilmiştir.
Kongre, kararları kabul ettikten sonra Temsil Heyeti'ni seçmiştir. Fakat bu heyet hiçbir zaman toplanıp bir arada çalışamamıştır. Oluşturulan heyet şöyledir:
Mustafa Kemal - Eski 3′üncü Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılmış
Rauf Bey - Eski Bahriye Nâzırı
Raif Efendi - Eski Erzurum Milletvekili
İzzet Bey - Eski Trabzon Milletvekili
Servet Bey - Eski Trabzon Milletvekili
Şeyh Fevzi Efendi - Erzincan’da Nakşî Şeyhi
Bekir Sami Bey - Eski BeyrutValisi
Sadullah Efendi - Eski Bitlis Milletvekili
Hacı Musa Bey - Mutki Aşiret Reisi
Mustafa Kemal Paşa'nın 7 Ağustos 1919'da kongrenin kapanışında söylediği şu sözler dikkat çekicidir:
"...(Erzurum Kongresi) Hassas ve necip bir ruh ve pek salabetli (sağlam) bir iman ile vatan ve milletimizin halâsına (kurtuluşuna) ait esaslı mukarrerat ittihaz etti (kararlar aldı). Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir." (9)
Hakikaten de Erzurum Kongresi, bütün cihana karşı Türk milletinin mevcudiyetini ve birliğini göstermiştir. Daha Erzurum günlerinde bunun yankıları görülmüştür. Erzurum, hem milletin azminin, hem de Mustafa Kemal'in neler yapabileceğinin göstergesi olmuştur.
Daha Erzurum Kongresi sırasında, 27 Temmuz 1919'da İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Lord Curzon'a gönderdiği gizli telgrafta şunları söylüyordu:
"İngiliz yönetimi, Anadolu'da İstanbul'un yetkisini ve Padişahın egemenliğini reddeden bağımsız ve muhtemelen aşırı ve Avrupa aleyhtarı bir yönetimin kurulmasına yol açacak biçimde olayların gelişmesi olasılığını göz önünde bulundurmalıdır." (10)
General Harbord da Erzurum Kongresini takiben Amerikan Kongresine verdiği raporda şöyle diyordu:
"Lider Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale'de bir kolorduya şan ve şerefle kumanda etmiş, sabık bir Türk generali olup, keskin zekalı ve çok kudretli genç bir zattır. Kendileri bu hareketin başına geçmek için ordudan istifa etmişlerdi." (11)
Sonuçta, Erzurum'da askerlikten ayrılan, salahiyetlerini kaybeden Mustafa Kemal Paşa, yine Erzurum'da yeni bir sıfat edinmiş, Heyet-i Temsiliye Reisi olmuştur.
Abdullah ÇANKAYA
23 Temmuz 2015
Kaynakça:
(1) Prof. Dr. Utkan Kocatürk, "Atatürk Çizgisinde Geçmişten Geleceğe", s.57, Atatürk Araştırma Merkezi, 2005
(2) Şevket Süreyya Aydemir, "Tek Adam" C.II, s.107, Remzi Kitabevi, 2011
(3) Falih Rıfkı Atay, "Çankaya", s.233, Pozitif Yayınları, 2011
(4) Gazi Mustafa Kemal, "Nutuk" C.I, s.92, Türk Tarih Kurumu, 2012
(5) Atay, age., s.234
(6) Kocatürk, age., s.58
(7) Gazi Mustafa Kemal, "Nutuk" C.III Belgeler, s.1260, TTK, 2012
(8) Aydemir, age., s.110
(9) Gazi Mustafa Kemal, "Nutuk" C.III Belgeler, s.1262, TTK, 2012
(10) Salahi R. Sonyel, "Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı", s.60, Atatürk Araştırma Merkezi, 2015
(11) General Charles H. Sherrill, " Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal", s.93, Tercüman Gazetesi Yayınları